6/02/2015

Bu da böyle bir gece yazısı..

Biz en çok nerden kaybediyoruz ? 

Son zamanlarda en çok karşıma çıkan şeylerden biri pişmanlık ve nefret.
İnsanların çevrelerine karşı hep bir hararetleri var.
Olmayan hayalleri, düzgün gitmeyen işleri, bir türlü bulamadıkları aşk..

Özellikle bu ara biraz daha göz önünde olmaya başladıkça insanların tepkilerini gözlemlemeye başladım.
Ne kadar yolumda ilerlersem o kadar çirkin ve çirkef yorumlar gelmeye başladı.

Gördüm ki insanlar sevgilerinden çok nefretlerini dışa vurmakta daha rahatlar.

Ve birçoğu kalplerini sanki sevmeye kapatmış gibi.

Bu durum, yani kalplerini kapatmış insanları görmek, benim için çok üzücü. Keşke bir şekilde anlatabilsem hayatın bu tarz nefretlerle geçirmek için çok kısa olduğunu...dedim ve bu yazıyı yazmak istedim.

Bir kızı gördüğü zaman - Saçı ne güzel diyerek güzelliğini kabul etmektense -Burnu da eğriymiş demek çok daha yaygın.

Tabiiki her şeyi beğenmek zorunda değiliz. 
Ama benim dediğim o noktayı anlatabildim sanırım.

Muhtemelen bu kadar açık konuşmam bile itici gelebilir çünkü her çıkan kelimeyi sanki kendilerine doğrultulmuş bir mızrak gibi algılıyor bu dönemde insanlar. Gerçekten tamamen içimden geçenleri yazma amacıyla yazıyorum. Kimseyi alındırma gücendirme yada ben daha çok şey biliyorum hadi size bilgelik taslayayım amacıyla değil.

Algı.. ne kadar da önemli.

Kendini olduğun gibi kabullenmekten geçiyor aslında tüm düğümlerin başlangıcı.

Kendini kabullenmek ve sevmek. 
Sevdiklerini sevmediklerini bilmek.
İsteyip istemediklerini söylemek.
İç huzuruna önem vermek. 
Huzurlu ve mutlu olabildiği zaman insan, olayları zaten farklı algılamaya başladığından dolayı hayata 1-0 önde başlıyor.

İkinci adım ise herkesin ve kendinin hata yapabileceği gerçeğini kabullenmekte.
Affedin.
Hem başkasını hem kendinizi.
Mesela tam şu anda.
Durun ve kendinize sarılın hatalarınızla kendinizi kabullenin. Zaten sizi siz yapan detayların bunlar olduğunu görün.
Büyütmeyin.
İnsanlık halidir olur böyle şeyler.
Tabiiki kırgınlıklarınızı söyleyin içinizde tutmayın ama sonrasında da içinizde artık kin tutmayın.

Nehir gibi olun.
Bırakın size biri çamur atarsa sizin o gürül gürül akan tertemiz suyunuz onu temizlesin aksın gitsin.

İçinizi bir toprak gibi düşünün.
Aklınıza düşen her düşünce tohumu önce sizde filizlenir.
Güzel tohumlar ekin.
Kendi bahçenizi güzelleştirin.

Zamanla zaten kendi yolunuzda ilerlemeye başlarsınız.
Ve benim en büyük şansım iç sesimi yani kalbimin sesini dinlemem oldu. 
Sakin kafayla kendinizi dinleyin. Kendinize vakit ayırın.
Kalbiniz yap diyorsa yapın.
Veya tam tersi oraya gitme hayır iyi şeyler sezmiyorum derse durun bir dinleyin.

Ve son olarak her insan çoooook farklı.
Herkesin hayat hikayesi farklı.
Gördükleri yaşadıkları farklı.
Dilleri dinleri inançları renkleri kokuları etnik kökenleri hissettikleri tattıkları cinsiyetleri beğenileri... her şeyleri farklı.

İnsanları olduğu gibi kabul edin.
İlla onaylamak zorunda değilsiniz ama açın artık duvarlarınızı.
Başkalarını yargılamadan sadece anlamaya çalışın.
Konuşun.
Düzgünce iletişim kurun. 

Daha iyiye mutluya ve keyfi arttırma yoluna gitmek varken, boşa harcamayın enerjinizi. 
( yazar burada içsel bir yalvarış yapar abilerim ablalarım gözünüzün yağını yiiim.) 

Geçen hiç bir saniyenin tekrarı olmadığını hatırlatmak isterim. 
Tüm düşüncelerin de aynadan seker gibi önce sizde büyüdüğünü unutmayın.

Sonu da böylece dağınık kalsın.
:) 
Sevgiler.



1 comment: